Tekirdağ’ın
Marmara denizi kıyısında, yolu virajlı, toprakları bereketli,
şirin mi şirin köyler yanyana dizilmiştir. Kimini sevimli ahşap
evleri, kimini ünlü üzümleri ile biliriz:
|
 |
Yeniköy,
Uçmakdere, Gaziköy, Mürefte. Her birinin ayrı bir özelliği,
ayrı bir güzelliği var. Bir yanı dağ, diğer yanı denizi gören
virajlı yolları nedeniyle olsa gerek İstanbula birkaç saatlik
mesafedeki bu köyler biraz gözden uzak ve dolayısıyla
gönülden ırak
|
kalmışlar. Belki de böylesi daha iyi olmuş, az çok eski
yapılarını koruyabilmişler.
Tekirdağdan
çıkıp, Kumbağ yönüne doğru saptığınızda, önceleri sanki
içerilere doğru gidiyormuş hissini veren kıvrımlı yolda “Uçmakdere
levhasını takip ederek gittiğinizde sürprizlere hazırlıklı
olun. İlk önce, iki katlı,
pencerelerini çiçeklerin süslediği rengarenk ahşap evleri ile,
bir ressamın tuvalinden fırlamış izlenimi veren Yeniköy karşılar
sizi. Dik bir yamaca yaslanan köy öylesine dar bir alana kurulmuş
ki, düz bir meydanı bile yok. Köyün kadınlarının elbirliği
ile hazırladığı kışlık makarna ve salçalar sonbaharda olduğumuzu
hatırlatıyor hemen.
|
 |
Stabilize,
dar yolda ilerlerken sol yanınızdaki denize dikkatlice bakarsanız
Marmara Adası ve Hayırsız Adanın silüetlerini seçebilirsiniz.
Yeniköyden yaklaşık 10 km sonra, çorak dağlar yerini yemyeşil bir
vadiye bırakıyor. Yeşil vadinin
|
ortasından
akan derenin iki
yanı kırmızı kiremitli, ahşap evlerle dolu.
Yaşı
en az 400 olan tarihi çınar, Uçmakdereye geldiğimizi müjdeliyor.
Bir virajın diğerini izlediği bu zorlu yolu aştıktan sonra, köyün
adının nerden geldiğini sormamıza gerek kalmıyor. Köyün içerilerine
girdikçe Bağdadi tekniğiyle inşa edilen ahşap evlerin güzelliğine,
duvarlara kurutulmak için asılan, yeşilden sarıya, sarıdan
kehribar rengine dönüşen tütün yaprakları ayrı bir tat katıyor.
Uçmakdere
eskiden ipekçiliği ile ünlüymüş. Ama bir hastalık ve yanlış
mücadele buradaki bütün ipekçiliği öldürmüş. Şimdi bağcılık,
buna bağlı olarak da şarapçılık, azalan nüfusun geçim kaynağı.
Yol
kenarlarında küfelere doldurulan üzümler şarap fabrikalarına
gitmek için sıra bekliyor. Kimi evlerin bahçelerinden duman tütüyor,
kocaman kazanlarda kışlık pekmez kaynatılıyor. Bir zamanlar
1700 haneli bir Rum köyü olan Uçmakdereye Türkler 1924 mübadelesinde
İskeçeden gelmişler. Köyde şu an sadece 120 hane var. |

|
Ganos
dağlarının eteklerine kurulu olan köy, bir zamanlar deniz
ticareti ile geçimini sağlıyormuş. Bir evin kapısında gördüğümüz
Mısırlı başını betimleyen kapı tokmağı, büyük bir olasılıkla
dışarıdan gelmiş olmalı diyor tarihçiler.
Rumlardan
kalan eserler ise çok az. Mermer bir şarap teknesinin üzerindeki
çift başlı kartal ve köyün girişinde gizlenmiş gibi duran
mermer çeşme görebildiklerimiz. Şarap teknesi şu anda koruma
altına alınmış. Çift başlı kartal armasının altında 1869
tarihli bir yazı var. Köyün girişinde, yolun alt tarafına
gizlenmiş gibi duran çeşmenin üzerinde ise Malta haçı ve 1873
tarihini belirten bir kitabe bulunuyor. Kitabeden çeşmeyi Athonis
ustanın, Athimos için yaptığı anlaşılıyor.
Köyün
çıkışında Tekel fabrikası ile karşılaşıyoruz. Fabrikanın
hemen karşısında da küçücük bir büfe var. Büfe küçük ama
içi Karamürsel sepeti gibi. Yörede üretilen bütün şarapları
bulmanız mümkün. Armadores, Uçmakdere, Melen, Doruk, Kilim,
Sefa, Paskalya, Tuana, Beyza, Merih bu şaraplardan bazıları. Hem
lezzetli hem de çok ucuzlar. |

|
Bir
sonraki durağımız Gaziköy. Köyün girişinde, sağdan yukarıya
bir yol çıkıyor. Levhada Güzelköy yazıyor; eski adıysa Melen.
Ne zaman yapıldığı belli olmayan kemer köprü, eski bir cami ve
caminin hemen yanında bulunan mermer yazıt görülebilecek eski
eserlerden bazıları. Aşağıdaki Gaziköy, Rumlar zamanındaki
ismiyle Ganos, yörenin en büyük dağından almış adını. Zamanında
1750 haneli bir Rum köyü olan Ganosda o günlerden geriye iki tane
eski çeşme, bir de muhtarın oturduğu Rum evi kalmış. Gaziköylüler
de İskeçe’den gelmişler. Son yıllarda doğdukları evleri görmeye
gelen Rumlar oluyormuş. “Biz onlarla akrabayız’ diyorlar.
Gaziköyden
sonra Hoşköy var sırada. Marmaranın ilk balıkları burada
yakalanıyor. Sabahın ilk ışıklarıyla balıkçılar ağlarını
atmaya gidiyorlar köyün sahiline.
Bir
sonraki köy ise adını üzüm ve şaraplarıyla duyduğumuz Mürefte.
Yöre üzüm çeşidi bakımından oldukça zengin: Smillon, Şensu
(siyah), Gamay (siyah), Klarnet (beyaz), Yapıncak (beyaz) üzümleri,
o güzelim şaraplara tadını verenler. Mürefte, Şarköyden sonra
bu bölgenin en büyük yerleşim
yeri. Buradan 1 km sonra |

|
Kalamış
geliyor. Kalamışın 4 km sonrasında ise Eriklice köyü var. Köyün
girişinde bulunan dalyanı, vaktiniz elverirse sabah gün doğumunda
görün. Balıkçılar ve denizi, göğü kırmızıdan pembeye
boyayan güneşin doğuşunu izlemek bir masal gibi.
Erikliceden
sonra gelen Şarköy, birden karşınıza çıkan beton binalardan
da anlayacağınız gibi, yörenin sayfiye yeri. Küçük bir
Kumburgaz veya Silivri görünümünde. Bu tür yerleşimlerle aranız
hoş değilse, hemen gerisin geriye, yolu bozuk ama kendisi çok şirin
olan Uçmakdereye doğru gitmekten başka çareniz yok. |

|
|
|
On
the coast of the Marmara Sea in Turkey’s northwest province of
Tekirdağ the winding road leads from one picturesque village to
another. Some are known for their charming wooden houses and others
for their famous grapes. Yeniköy, Uçmakdere, Gaziköy and Mürefte
each have their own distinctive character and appeal. Although just
a few hours drive from Istanbul, these villages seem remote out of
sight and therefore out of mind, due to the winding roads which
squeeze their way between the sea on one hand and mountains on the
other. But it is thanks to their location off the beaten track that
they have preserved their traditional buildings to some extent at
least.
|
Leaving
the town of Tekirdağ, you turn off towards Kumbağ along a road
that seems at first to be heading inland, but as you follow the sign
post to Uçmakdere be prepared for surprises. First you come to
Yeniköy, which seems to |

|
have
sprung
straight out of an artist’s canvas, with its wooden houses painted
in many colors, and windows adorned with flowers. The village clings
to a slope so steep that there is not even the usual flat village
square. The sight of local women helping one another to prepare
dried noodles and tomato paste for the winter reminded us that
autumn had come.
Driving
along the narrow stabilized road we could just discern the
silhouettes of the Marmara and Hayırsız islands out to sea. About
10 km past Yenikoy, bare mountains made way for a luxuriant green
valley. On either side of the stream flowing down the valley floor
were wooden houses with red tiled roofs.
An
ancient plane tree at least four centuries old heralded our arrival
in Uçmakdere. After negotiating a series of hairpin bends we had
abandoned our earlier intention of inquiring about the origin of the
village’s name, which means flying stream,feeling
ourselves in imminent danger of literally flying into the stream!
Once in the village
we were
enchanted by |
the beauty of the lathe and
plaster houses, further enhanced by the strings of tobacco leaves in
tones of green turning to yellow, and yellow turning to amber, hung
up on the walls to dry. At one time Uçmakdere was famous for its
silk manufacture, but an epidemic
among the silk |

|
worms
followed by
the wrong treatment struck a mortal blow, and today grape
cultivation and wine making are the main occupations of the
dwindling population. Brimming baskets of grapes along the edge of
the roads awaited collection by the wineries. Wisps of steam rising
from some of the gardens turned out to come from great cauldrons in
which grape juice was being boiled up into pekmez (grape molasses)
for the winter.
Before
the War of Independence Uçmakdere was a Greek village of 1700
houses, but in the population exchange of 1924 their place was taken
by Turks from the town of Xanthi in northern Greece. Today just 120
families still inhabit the village which is situated in the
foothills of the Ganos mountains. In earlier times the village was
apparently a sea trading post, and according to historians who have
visited the village the door knocker in the form of an Egyptian head
which we saw on one of the houses must be a relic from those days.
|

|
We
saw little trace of the original Greek character of the village,
apart from a double headed eagle carved on a marble wine trough and
a marble fountain hidden away in the verge at the entrance to the
village. Beneath the eagle was the date 1869, and on the fountain
was carved a Maltese cross and an inscription giving the date as
1873 and explaining that the stonemason Athonis made the fountain
for Athimos.
On
the outskirts of the village we came across a government wine
factory, and opposite a tiny stall which inside was revealed to
stock every possible variety of the celebrated Tekirdağ wine,
including Armadores, Uçmakdere, Melen, Doruk, Kilim, Sefa,
Paskalya, Tuana, Beyza, and Merih. These wines are as cheap as they
are delicious.
Just
outside Gaziköy a road which turned off uphill to the right was
signposted Güzelköy, the new name for Melen. Here sights of
historic interest include an ancient arched bridge of indeterminate
age, an old mosque, and beside the mosque a marble inscription. The
lower village of Gaziköy was known to its former Greek inhabitants
as Ganos, after the largest mountain in the region. Just one
of the 1750 Greek houses,
|

|
now
the home of the village elder or muhtar, and two old fountains
survive as reminders of the past. The present Turkish inhabitants,
who also came here from Xanthi in northern Greece, told us that in
recent years Greek visitors have been coming to see their
birthplace, and explained that they were like kinsmen.
From
Gaziköy we proceeded to Hoşköy, a fishing village where the fish
entering the Marmara Sea are first caught at the beginning of the
season. Life here starts at dawn, when the fishermen set out.
Next
came Mürefte, a name familiar to us from its celebrated grapes and
wines. A wide variety of grapes are grown here: Sémillon, the black
Şensu and Gamay, and white Klarnet and Yapıncak
are |
used
for making the delicious local wines. Mürefte is the largest
village of the region after Şarköy. A kilometer past Mürefte is
Kalamış, and four kilometers further, Eriklice, where if possible
you should try to see the
dalyan or net |
 |
fishery
at sunrise, when fishermen, sea and sky alike are magically stained
red and pink.
At
Şarköy we were suddenly confronted by concrete buildings, the
result of this seaside village’s popularity as a summer resort. If
this kind of place is not to your taste you can turn right around
and head back to picturesque Uçmakdere, which is worth braving the
bad road. |

|
|