<%@ Language=JavaScript %> Ağva

Click on the pictures to enlarge them.

Pazartesi, çarşamba, cuma derken, yorucu bir hafta daha bitmiş, kendimi özgür hisettiğim haftasonu nihayet gelmişti. Cuma akşamı iki eski iş arkadaşım haftasonunu Ağva’da geçirmeyi teklif ettiğinde hemen kabul ettim. Cumartesi erkenden yola çıktık. Resmi adı her ne kadar Yeşilçay olsa da hala Ağva olarak bilinen bu şirin belde, Şile’ye 40, İstanbul’a 101, Ankara’ya 377 km uzaklıkta. Keyifli bir yolculuk olmuştu. Yolun iki tarafındaki meşe, kayın, gürgen ağaçları yolculuk boyunca bizlere eşlik etti. Dört saat olmamıştı ki Ağva’ya vardık. Güzel ve açık bir hava bekliyordu Ağva’da bizi.

Kuruluşunun 7. yüzyıla kadar uzandığı sanılan Ağva’ya 14. yüzyılın ikinci yarısında Konya, Karaman ve Balıkesir’den gelen Türkmen boyları yerleşmişler. Bugünkü Ağvalılar da aynı Türkmen boylarının çocukları. Ağvalılar geçimlerini turizm, ormancılık ve balıkçılık ile sağlıyorlar. Çevresi tümüyle ormanlık olan Ağvada kesilen ağaçların büyük çoğunluğu odun kömürü yapılıyor. Hatta, 1950’lere kadar İstanbul’un odun kömürü ihtiyacının önemli bir bölümü Ağva tarafından karşılanmış.

Bu şirin belde için turizm oldukça önemli. Ziyaretçilerini irili ufaklı otel ve pansiyonlarda ağırlıyor Ağvalılar. Biz de Ağva’da küçük ama hoş bir pansiyonda kaldık.

Ağva, İzmit’ten doğan Ağva ve Göksu derelerinin arasında kalıyor. Nitekim, Ağva kelimesi, Latincede “iki dere arasına kurulmuş köy” anlamına geliyor. Ağva deresinin iç kısımlarında demirlemiş takalar sabahın erken saatlerinde bereketli Karadeniz sularına açılıyor; akşamüstü balık dolu kasalarla dönüyorlar. Bu mevsimde, özellikle bol miktarda lüfer ve palamut çıkıyor Ağva açıklarından; derelerden ise daha çok kefal ve sazan... Biz de ziyaretimizin ilk günü, Ağva deresi kıyısında çok lezzetli bir lüfer yedik.

Yemekten sonra önce Ağva, daha sonra da Göksu deresi boyunca keyifli bir yürüyüş yaptık. Sonbahar artık yüzünü göstermeye başlamış, ağaçlar sararmaya yüz tutmuştu. Sazlıklar arasından önümüze ansızın çıkan kayıklar hoş görüntüler oluşturuyordu. Dereleri keşfe çıkmak bizleri heyecanlandırmış bir o kadar da yormuştu. Akşam olduğunda artık iyice yorulmuştuk. Pansiyonda yediğimiz güzel mantar yemeğinden hemen sonra uyumuşuz. Sabah ilk kalkan ben oldum ve sonradan 3 km olduğunu öğrendiğim Ağva’nın ince kumlu çakılsız kumsalına gitmek, hatta son yazın tadını biraz da olsa serinleyen denizde yüzerek çıkarmak için sabırsızlanıyordum. Düşündüğüm gibiydi... Su serin, kumsal boş ve sakindi. Romatizmal hastalıklara iyi geldiği söylenen Ağva’nın şifalı kumsalında, günün o saatlerinde sadece denizin sesi duyuluyor. Sonbahar güneşi iyice zayıflamış, ancak kumsalın yüzeyini ısıtabiliyor. Ben de plajdaki ince kumla ağrıyan sol omzum arasındaki randevuyu yaza ertelemeye karar verdim. Yine de Karadeniz’in serin sularına kendimi bırakmaktan geri durmadım.

Denizden sonra Gökmaslı şelalesini görmek için yola koyulduk. Şelaleye vardığımızda sonbaharı daha çok hissettik. Çünkü burada ağaçlardan dökülen yapraklar şelalenin hızla akan suyuna karışmıştı.

Gün bitmek üzereydi. Artık Ankara’ya dönmeliydik. Bir sonraki yaz görüşmek dileği ile Ağva’dan ayrıldık.

Monday, Wednesday, Friday, and another tiring week was over. At last the weekend had arrived and I felt free as a bird. On Friday evening when two old friends asked me to spend the weekend in Ağva with them, I accepted with alacrity. We set out early on Saturday for the picturesque seaside town of Ağva (by which name it continues to be known, despite having been renamed Yeşilçay by officialdom), 40 km from Şile, 101 km from İstanbul and  377 km from Ankara. It was an enjoyable journey through woods of oak, beech and hornbeam all the way. Less than four hours after leaving Ankara we were in Ağva.  The weather was fine and sunny.

Ağva is thought to have been founded in the 7th century, but today’s inhabitants are the descendents of Türkmen tribes from Konya, Karaman and Balıkesir who settled here in the second half of the 14th century. Tourism, forestry and fishing are the main areas of employment. The woods which surround the town are mainly used for charcoal production, and until the 1950s, Ağva supplied the large part of İstanbul’s charcoal requirements.

Tourism today plays an important role in the local economy. Summer visitors stay in a number of hotels of various sizes and in guest houses. We stayed in a small but charming guesthouse.

Ağva lies between the Ağva and Göksu rivers which rise in İzmit, and it is this position which lent the town its name, Ağva being derived from the Latin for ‘village between two streams’. The fishing boats anchored in the Ağva River set out in the early morning hours to fish in the Black Sea, returning in the afternoon with cases full of fish.

In the autumn months bluefish and bonito are caught in abundance in the seas off   Ağva, while the rivers are a source of grey mullet and carp. On our first day we ate delicious bluefish on the banks of the Ağva, and followed up our meal with a pleasant walk along the Göksu. Autumn was setting in and the leaves on the trees had begun to change color. Rowing boats appeared and disappeared amongst the reed beds.

Exploring the riverbanks left us delighted   and tired.  After a delicious dish made with mushrooms at our guesthouse we slept immediately. I was the first to rise in the morning, and was impatient to go to Ağva’s beach of fine sand, which I later learnt was three km in length, and enjoy the last swim of the season. It was just as I had imagined, the water cool and the beach deserted. On Ağva’s sand beach, which is said to be good for rheumatism, the only sound so early in the morning was that of the sea. The weak autumn sun had warmed only the surface of the sand, and I decided to postpone my appointment to treat my aching left shoulder here until next summer. But I had no intention of putting off my morning swim in the cool waters of the Black Sea.

From the beach we set out to see the Gökmaslı waterfall, where the presence of autumn was far more in evidence. The trees around the fall were already shedding their leaves into the rushing water.

The day was almost over, and it was time to return to Ankara, but we left Ağva with the resolve to come back next summer.

 

 

 

Haziran 2000  Sayfasına dönüş

Back to

June 2000 Page