10. yüzyılda büyük İslam
alimi Farabi tarafından icad edildiği rivayet edilen kanun, aslında
köken bakımından Antik Çağa, Eski Mısırlılar’a, Sümerler’e
ve dünyanın daha birçok farklı medeniyetine uzanan bir tarihin
ve coğrafyanın ürünüdür. Bu nedenle kanun; temel prensibi
aynı kalmak kaydıyla, şeklen ve kullanım açısından farklılıklar
göstererek değişik isimlerle, değişik kültürlerde karşımıza
çıkmaktadır. Asli yapısı, düz bir tahta üzerine paralel
olarak gerilmiş tellerden oluşan kanun, çeşitli şekil farklılıklarıyla
Japonya’da “Koto", Finlandiya’da “Kantele”,
Macaristan’da “Hungarian Zither”, Estonya’da “Kannel”,
Rusya’da “Gusli”, Kore’de “Kayagum” ve Arabistan’da
bizdeki gibi “Kanun” adıyla kullanılmaktadır. Lir, Çeng
(Harp’ın atası). Harp, Santur da aynı prensiple yapılmış
enstrümanlardır.
Görülen o ki; kanunu
belli bir kültüre, bir millete mal etmek yanlış olur. Bana göre
de bu enstrümanı esrarlı ve cazibeli kılan bu evrenselliğidir.
İcadından sonraki uzun
tarihsel süreçte kanun, birtakım değişiklik ve eklemelerle bugünkü
şeklini almıştır. Başlangıçta kullanılan “kiriş tel”
dediğimiz bağırsaktan yapılmış teller, günümüzde yerini
naylon tellere bırakmıştır. Son yüzyıla kadar, makamları çalmak
için kanüniler, seslendirmek istedikleri makama göre akortlarını
yaparak bu sazı icra ederler; küçük değişiklikleri, yani bemol
ve diyezleri ise parmak uçlarıyla tellere bastırarak elde
ederlerdi. Bu durum sazın sınırlarını daralttığı, icrasını
zorlaştırdığı için mandal dediğimiz dökümden yapılan
metal
|
parçacıklar kullanılmaya başlandı ve enstrümanın sınırları
genişletilerek icrası daha pratik hale getirildi. Mandal dediğimiz
bu metal parçacıkların sayıları icracının ihtiyacına göre
azaltılıp çoğaltıldı. Bu değişikliklerin yanı sıra, işaret
parmaklarına takılan deniz kaplumbağasının sırtından yapılmış
mızrap ve onu tutan metal yüzükle çalınması, akordunun anahtar
dediğimiz metal aletle yapılması enstrümanın eskiden beri değişmeyen
özelliği olarak kaldı.
Dünyanın bu kadar küçüldüğü
günümüzde, kanunu müziğin her dalında kullanmak artık mümkün
hale gelmiştir. Burada bütün payın sadece icracıların olduğunu
söylemek ve sahiplenmek ise büyük bir yanlışlık ve haksızlık
olur. Çünkü bu enstrümanın yapımında büyük bir emek ve
ustalık vardır. Çalanlar ve dinleyiciler o kadar şanslıyız ki;
bu enstrümanı en iyi yapanlar hemen yanı başımızda ve
hayattalar: Ejder Güleç ve Kenan Özten. Onlara duyduğum minneti
burada belirtmeden geçemeyeceğim.
|
Kanun yapımında kullanılan
ağaçlar çok çeşitli: Göğüs ladin ve çınar; burgu tahtası
ıhlamur; burgular abonoz, şimşir, gül, kızılcık; arka kapak
ıhlamur; çevresi ve tellerin bağlandığı yer gürgenden yapılır.
Rezonansı sağlayan ve eşiğin hemen altında bulunan deri ise oğlak
derisidir. Görüntüsünün daha estetik ve şık olması için,
istendiğinde kafesler ve çevre işlemeler sedef ve bağadan yapılabilir.
Bunu en iyi işleyen usta, günümüzde Kenan Özten’dir. Kanun
öylesine sihirli bir enstrümandır ki; nereye koysanız, nasıl çalsanız
gösterdiği uyum ve ahenkle, hiçbir zaman “burada ne işim
var?” demez. Ve sihrini hep muhafaza eder. Büyük bir orkestra
ile bütünleşebildiği gibi, kişisel duyguları en güçlü
biçimde ifade eden solo bir enstrüman özelliklerine de sahiptir.
Kullanımındaki bu geniş alan, farklı özelliklere sahip müzisyenlerle
birleşince birçok değişik icranın ortaya çıkmasına sebep
olmaktadır. Dolayısıyla kanüniler arasındaki icra farklılıkları,
sazendenin enstrümanı ile kendi kültürü arasında kurduğu ilişki
neticesinde oluşur dersek yanlış olmaz.
|
Özellikle bizim müziğimizde
enstrümanın icrası bestekardan çok icracının müzik kültürüne,
sosyal çevresine ve müzik anlayışına bağlıdır. Bir Kanüni
Hacı Arif’e, bir Hasan Ferit Alnar’a, bir Vecihe Daryal’a
bu şekilde bakmak ve aralarındaki üslup farklılıklarını böyle
değerlendirmek gerekir. Çağlara ve kültürel değişimlere bağlı
olarak müzik ve müzik anlayışı da değişiyor. Nitekim kanun,
geleneksel müziğin enstrümanı olmakla birlikte, çeşitli çağdaş
müzik formları ile de çok güçlü bir uyum sağlayabilmektedir.
Çağdaş kanünilerimizden Hakan Güngör’ün, dünyanın en önemli
müzik organizasyonlarından biri olan Montreux Caz
Festivali’nde, trompetin efsane ismi Clark Terry ile aynı sahneyi
paylaşarak kanunla caz yaptığını belirtmem, sanırım bu
enstrümanın ne kadar geniş bir alanda kullanılabileceği
konusunda bir fikir verir.
|
Bazen bir aşığın yüreğindeki
sevgiyi, bazen okyanusun derinliklerinden gün ışığına çıkmaya
çalışan kabarcıkları, bazen de neşenizi parmaklarınızın
uçlarına yansıttığınızda çıkan şıkırtıyı dile getiren
bu enstrüman öylesine esrarlıdır ki; neyi anlatmasını
istiyorsanız, sadece tellerine fısıldamanız yeterlidir.
|
Although invention of the kanun is ascribed
to the great 10th century Islamic scholar Farabi, in fact it is an
instrument whose roots go back much further to the Ancient
Egyptians, the Sumerians, and many other ancient civilizations
geographically wide apart. Counterparts of this instrument therefore
appear under different names and in diverse forms in different
countries. Fundamentally consisting of parallel strings stretched
across a flat board, this family of instruments includes the
“koto” of Japan, the “kantele” of Finland, the Hungarian
“zither”, the “kannel” of Estonia, the “gush” of Russia,
the “kayagum” of Korea and the “kanun” of Turkey and Arabia.
Slightly more distant relatives are the lyre, the çeng (ancestor
of the harp), the harp and the santur (dulcimer). As a result it
is impossible to ascribe the kanun to any specific nation or
culture, and in my opinion this universality is one of the
instrument’s attractions.
|
A long process of modification over the
centuries shaped the kanun as we know it today. In the 20th century,
for example, gut strings have made way for nylon strings. Until the
19th century Turkish musicians had to adjust the strings according
to the mode of each composition they played, in addition to
pressing the tips of their fingers onto the strings to sharpen or
flaten the pitch slightly where necessary. Since this limited the
range of the instrument and made changing modes a laborious process,
metal pegs were introduced which could be fixed on or removed as
desired to alter the length of the strings, and so change their
pitch in a single movement. But the kanun is still played using
tortoiseshell picks fixed to metal rings worn on the musician’s
fingers, and still has tuning pegs.
|
At a time when the world has become so much
smaller, the kanun has been adopted by many types of music to which
it was once a stranger. To give all the credit for this to the
musicians would be doing an injustice to the makers of this
instrument, which is the product of great labour and skill. Both
musicians and audiences are fortunate that the best kanun makers,
Ejder Güleç and Kenan Özten, are close at hand and still alive
and I must take this opportunity to express my gratitude to them.
Diverse types of wood are used in the
production of the kanun: cedar and plane for the sound box, linden
for the pegboard, ebony, boxwood, rosewood, or cornelian cherry for
the pegs, linden for the backboard, and hornbeam for the surround
and the board to which the strings are attached. A strip of kidskin
beneath the bridge provides resonance. To enhance the beauty of the
instrument it is sometimes inlaid with mother-of-pearl and
tortoiseshell, and the finest living craftsman of such work is
Kenan Özten.
The kanun is such a bewitching instrument
that wherever it is introduced and whichever style it is played in,
its rapport and harmony are such that you never wonder what it is
doing there. It always preserves the same ability to enchant. It
fits perfectly into a large orchestra, or played solo expresses
personal emotions with outstanding power.
When this broad spectrum of application is
joined with musicians of diverse attributes, the kanun naturally
finds a place for itself in many different types of music. As a
result, differences between the styles of different kanun players
may be said to derive from the relationship between the musician
and his own culture.
Particularly in Turkish music, the style of
playing is dependent not so much on the composer as on the musical
culture and viewpoint of the musician. Such renowned kanun players
as Kanüni Haci Arif Hasan Ferit Alnar or Vecihe Daryal and the
differences of style between them should therefore be evaluated in
this light.
Music and concepts of music vary over time
and in relation to cultural changes. So although the kanun is a
traditional musical instrument, it adapts marvelously to diverse
forms of modern music. When I say that one of the most famous turkish
kanüni Hakan Güngör shared the stage with the legendary trumpeter
Clark Terry at the Montreux Jazz Festival, playing jazz on the
kanun, it will give you an idea of just how broad this
instrument’s application can be.
This instrument, which
sometimes voices the passionate feeling of a person in love,
sometimes bubbles trying to rise to the surface from the depths of
the ocean, and sometimes your own happiness echoing in your
fingertips, is so evocative, that whatever you wish to express you
have only to whisper to the strings.
|
|